Öztrak Soylu'ya yüklendi: Yaşam tarzına Sapkın demek nefret suçudur
01 Şubat 2021 04:42
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, basın toplantısı düzenledi. Faik Öztrak: İçişleri Bakanı'nın yaşam tarzı üzerinden kullandığı 'sapkın' dil nefret suçudur
Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Toplantı gündemindeki konulara geçmeden önce, geçmişte teröre kurban verdiğimiz. İki saygın ismi anmak istiyorum.
Dün Atatürkçü Düşünce Derneği kurucularından, bilim insanı, siyasetçi, bağımsız ve çağdaş Türkiye idealinin savunucusu, önceki dönem milletvekillerimizden, kıymetli hocam, Prof.Dr. Muammer Aksoy’un, hain bir suikastla aramızdan alınışının 31. yıl dönümüydü.
Bugün de, gazeteci-yazar Abdi İpekçi’nin başka bir hain suikastla aramızdan alınmasının 42. yıl dönümü. Her iki kıymetli ismi, bir kere daha saygı ve rahmetle anıyoruz.
Ülkemiz iki yılı aşkın süredir, derin bir buhranın içinde. 2018’de başlayan “ekonomik kriz”, derinleşen “devlet krizi” ve “salgınla” birleşerek, şiddetli bir buhrana dönüştü.
Meşhur sözdür: “Bir ülke ya ilimle, ya da zulümle yönetilir.” Saray ortaklarında ilim yok. O nedenle koskoca ülkeyi, “Zam ve zulümle” yönetmeye çalışıyorlar. Ne hak, ne hukuk, ne de adalet tanıyorlar. Ülkeyi yönetenlerin bilimle arası hoş değil. Özgür düşünceyle arası hoş değil, akademik özgürlükle arası hoş değil. Özgür üniversite kavramıyla arası hiç hoş değil.
Üniversiteler sadece bir kampüsten ibaret değil. Bu fiziki mekânı, bir bilim yuvası yapan; Öğretim üyeleridir, öğrencileridir, emekçileridir.
Ancak bilginin üretilmesi özgürlüğü gerektirir. Bunu da sağlayan bilimsel ortamın yönetimidir. O nedenle dünyada saygın üniversitelerde yöneticiler, üniversitelerin geleneklerine, dokusuna uygun olarak belirlenir. Çoğunda da liyakat ilkesi dikkate alınarak, üniversitelerin mütevelli heyetleri tarafından seçilirler.
Bilimle arası iyi olmayan saray, bir ay önce, Boğaziçi Üniversitesine rektörlüğüne kayyum atadı. Atama dünyada kabul görmüş yöntemlere göre yapılmadı. Boğaziçi Üniversitesinin teamüllerine uygun olarak da yapılmadı. OHAL’de başlayan, OHAL’den sonra da olağanlaştırılan, bir düzenlemeyle bu atama yapıldı.
Kayyum siyasi bir isim… Ehliyeti, liyakati tartışmalı. Beyanatları ise yalanlı, tezinde “intihal”, yani “akademik hırsızlık” iddiaları da cabası.
Boğaziçi Üniversitesi’nin öğretim üyeleri ve öğrencileri de haklı olarak, bu atamaya demokratik tepki gösterdiler. Bu tepki son derece meşrudur. Bu barışçı direniş son derece haklıdır. Bu tepkiye ve direnişe sonuna kadar elbette sahip çıktık, çıkacağız.
Ancak Boğaziçililerin haklı ve meşru taleplerinin itibarsızlaştırılmasına, kirletilmesine yönelik her türlü provokasyona, tahrike karşı da öğretim görevlileri, öğrenciler, hepimiz uyanık olmalıyız. Provokasyonlara ve provokatörlere izin vermemeliyiz.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, inanların inançlarına yönelik aşağılamaları da; insanların “tercih” ve “yaşam tarzına” yönelik nefret dilini ve hakareti de kabul etmeyiz.
Hukukun siyasetin oyuncağı yapılmasını ret ederiz. Savcıların talimatla suçun vasfının değiştirerek, öğrencileri tutuklamasını, yapılan tahrik ve kışkırtmanın bir devamı olarak görüyoruz.
Ülkenin polis teşkilatının emanet edildiği İçişleri Bakanı’nın, yaşam tarzı ve tercihler üzerinden kullandığı “Sapkın” dil bir nefret suçudur. Bunu kınıyoruz.
Görevleri toplumun hassasiyetlerini kaşımak değil, provokasyonları önlemek olan saray ataması şürekânın, nefret naraları, linç dili, bu işin senaryosunun belli mahfillerde yazıldığı izlenimini giderek güçlendirmektedir.
Biz, oy devşirmek için toplumu bölüp, parçalayan, her türlü değeri istismar etmekten çekinmeyen, riyakâr bir siyasal anlayışla mücadele ettiğimizin farkındayız. Bu riyakârların niyetinin kirli olduğu açıktır. Mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim ile dalga geçen, rüşvetçi bir bakan eskisini, bu ülkenin Büyükelçisi yapanların, Kabe’yi pastalarına maket yapıp, kesenlerin, Kabe’nin etrafına oteller, AVM’ler yapılırken sessiz kalanların, ne inanların kutsalını, ne de Kabe’yi savunmak gibi bir dertleri olmadığını da biliyoruz.
Türkiye bu riyakâr, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı siyasetten, artık çok yoruldu, çok çekti.
Biz, Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencilerinin, haklı ve barışçı direnişlerini destek vermeye devam edeceğiz. Bu meşru direnişi itibarsızlaştıracak tahriklerle de mücadele edeceğiz. Ve yine bu olayların, milletin gerçek sorunlarının karartmak için kullanılmasına da, izin vermeyeceğiz.
Saray Hükümeti, milletin sorunlarını, dertlerini görmüyor, milletin sesini duymuyor.
Çarşı, pazar yangın yeri olmuş, marketlerde yağa, peynire, hatta bebek mamasına kadar, her şeye alarm takılıyor. Bıçak kemiği artık delip geçmiş.
Ülkeyi 19 yıldır yönetenler, milletin sorunlarına kulağını kapamış.
Mutfaktaki boş tencereye buldukları yeni çözüm, her dükkâna bir alarm takmak, bakkala, manava polis dikmek…
Ülkeyi krize ilk soktukları dönemde de, soğan depolarına baskın verip fiyat düşürmeye kalkmışlardı. Soğanını depolayan üreticiyi “terörist” ilan etmişlerdi. Sonunda karda, kışta milleti soğan patates kuyruklarına dikmişlerdi. Hala ders almamışlar. Bu, tam bir beceriksizliktir.
Esnaflarımız zaten zor durumda; “Almadığınız bir canımız kaldı” diye feryat ediyor.
Bu salgın döneminde, geliri düşmüş, borçlar katlanmış. Dükkânlar kepenk kapatıyor,
Caddeler satılık-kiralık dükkân ilanından geçilmiyor. Ama saray esnafın feryadını duymuyor, halini görmüyor. Sarayın kibirlisi de milletle alay eder gibi “Kapanan dükkân yok” diyebiliyor.
Bir pazarcı esnafı, “Bu tehdidi anlamadım. Zaten bitik durumdayız, daha canımızı mı alacaklar?” diye feryat ediyor.
Çiftçi “Yandım” diye bağırıyorsa, esnaf “Yetişin” diye bağırıyorsa, vatandaş “Canıma yetti” diyorsa, o zaman sorun nerede? Doğru teşhis olmadan, tedavi olmaz. Önce doğru teşhis gerekiyor. Ama saray bildiği en iyi işi yapıyor. Önce esnafı suçluyor, sonra da işi “komisyona havale” ediveriyor.
Yıllar önce kurulmuş “Gıda Komitesini” alayiş valayişle topluyor. Beş yıldır kuramadıkları “erken uyarı sistemini” şimdi, kurma kararı alıyor. Dile kolay beş yıl geçmiş. Ortada hala bir sistem yok. Erken deyince anladıkları buysa, Allah bunların geçinden milletimizi korusun.
Üreticinin maliyetleri her geçen gün artıyor. Çiftçi, bir yandan ithalatla köşeye sıkıştırılıyor. Diğer yandan tohum, mazot, gübre fiyatlarının altında ezdiriliyor.
Sadece gübrede bir yıllık fiyat artışı yüzde 90’a yaklaştı. Çiftçinin kullandığı gübrenin önemli bir bölümü ithal, kalanının da içinde kullanılan kimyevi maddeleri ithal. Sadece 2020 yılında 4 milyon tondan fazla gübre ithal ettik. Karşılığında 1 milyar dolardan fazla para ödedik.
chp, çiftçi, faik öztrak