Akşener: Kurt kışı geçirir ama...
24 Kasım 2020 11:59
Akşener'den Erdoğan'a: Kendi koltuğunu kurtarmayı, bu millete reform diye pazarlamayı artık bırak!
Yİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu.
Akşener'in konuşmasından satır başları şöyle:
Bugün, Öğretmenler Günü. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek mimarlarının günü. Bugün, hayatın her alanında, atılan her büyük adımın arkasında, emeği olan öğretmenlerimizin günü. Sanayici de onlardan öğrendi, ticaretle uğraşan da… Diplomatımız da onların tedrisatından geçti, gazetecilerimiz de… İşçimiz de öğrenci oldu, işletmecimiz de…
Bu ülkede, ter döken, katma değer üreten, taş üstüne taş koyan her bir vatandaşımız, mutlaka bir öğretmenimizin ışığından faydalandı. Atatürk diyor ki; "Bir millet, savaş meydanlarında, ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi, ancak eğitim ordusuyla mümkündür." Genç Cumhuriyetimizin sağlam temellerinde, Türkiye’nin bugününde ve yarınında, o eğitim ordumuzun, öğretmenlerimizin payı çok büyük. Bu vesileyle, bir öğretmen olarak, içinde bulundukları zor şartlara rağmen, Atatürk’ün kendilerine emaneti olan o kutlu sancağı dik tutan, tüm meslektaşlarımın gününü kutluyor, onlara en kalbi şükranlarımı sunuyorum. İYİ ki varsınız!
Hazreti Ali der ki; “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum.” Ne muhteşem bir söz değil mi? Ama maalesef, bu muhteşem sözden feyz alamayanlar, öğretmenlerimizi hep hor gördüler. Buradan iktidardakileri uyarıyorum; Kurt kışı geçirir ama, yediği ayazı unutmaz. Öğretmenlerimiz de, onlara reva gördüğünüz bu 18 yılı,hiç ama hiç unutmayacak. Ay sonunu getiremediği için, ek iş yapmak zorunda kalışını, asla unutmayacak.
Öğrencisiyle pazardaki tezgahının başında karşılaşınca, yüzünü saklayışını, asla unutmayacak. Bu kadar kutsal bir mesleği, mevsimlik işçiliğe çevirenleri, asla unutmayacak. Sözleşmeli öğretmenlik diye bir saçmalık uydurup, onları güvencesiz bırakanları, asla unutmayacak. Çektikleri çileye rağmen, onlara gösteriş meraklısı diyen bakanları, asla unutmayacak. Onlar sizi unuttu, ama biz unutmayacağız.
Biz, “Her şartta ilim.” diyen Peygamber efendimizin buyruğunu unutmayacağız. Biz, Başöğretmenimizin vizyonunu unutmayacağız. Biz, Cumhuriyetimizin mimarları öğretmenlerimizi unutmayacağız. İYİ Parti iktidarında, öğretmenlerimizin zincirlerini kıracağız. İktidara geldiğimizin ertesi günü, o sözleşmeleri yırtacağız. Öğretmenlerimizi hak ettikleri kadrolara kavuşturacağız! Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Önceki gün Akdeniz’de yaşanan olay, bizim için bir milli güvenlik meselesidir. Alman fırkateyninin, Yunanlı bir komutanın yönetiminde, Türk bandıralı gemimizde yaptığı hukuksuz arama, bir anlamda sınır ihlalidir. Çünkü, uluslararası sulardaki bir gemi, bayrağını taşıdığı ülkenin toprağı kabul edilir. Herhangi bir şüphe olması durumunda, yapılması gereken, Türkiye’ye bilgi verilmesi, Türk makamlarının da gerekli prosedürü çalıştırmasıdır.
Ne var ki, tam aksini yapıp, baskın yapmayı tercih ettiler. Bunu, basit bir işmiş gibi geçiştiremeyiz. Hükümetten, uluslararası hukuktan doğan haklarımızın, hukukumuzun korunması için, gerekli adımları atmasını bekliyorum.
Ayrıca bu vesileyle, Avrupa Türk Konfederasyonu’na bağlı derneklerin, Almanya ve Fransa’daki etkinliklerinin yasaklanmasını da kınıyorum. Mesela Almanya’da, yasalar gereği, Avrupa Türk Federasyonu’na bağlı vatandaşlarımız, kendilerini “Vatansever” olarak tarif ederler.
Toplantılarında, yaşadıkları ülkenin bayraklarını asmayı eksik etmez, yaşadıkları ülkelerin yasalarına ve geleneklerine saygı gösterirler. Avrupalı Türklerin bu zarif tutumlarına rağmen, Almanya ve Fransa hükümetleri, Türk Bayrağı’ndan rahatsız oluyorlarsa, diyecek bir şey yok. Ancak, bu kararların ardında başka hesaplar varsa, şimdiden uyarmak istiyorum; Medeniyetleriyle övünen her iki ülkenin bu kararı, her şeyden önce insan hakları ihlalidir. Avrupa’da yaşayan Türklerin temel haklarını yok saymak, milletlerimiz ve ülkelerimiz arasındaki ilişkilere zarar verir.
Hiçbir Avrupalı iktidar da, Türk düşmanlığını iç siyaset malzemesi yaparak bir şey kazanamaz. Buradan ilan etmek isterim ki; Siyasi pozisyonları ne olursa olsun, Türk Konfederasyonu üyesi vatandaşlarımızın sonuna kadar arkasındayız.
Biliyorsunuz, pandemi nedeniyle, Türkiye diken üstünde. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre, vaka sayılarında, salgını yoğun yaşadığımız Nisan ayının bile üstüne çıktık. İlk günden beri yaptığımız bir öneri var; “En az 2 hafta karantina ilan edin, bu iş kontrolden çıkıyor.” diyoruz. Haklı çıkmaktan da çok üzgünüz.
Çünkü kaybettiğimiz canlar bizim canımız. Ama görüyoruz ki, iktidar hala pansuman tedbirlerle durumu idare etmeye çalışıyor. Buradan Sayın Erdoğan’a bir kez daha sesleniyorum; Gelin, en az 14 günlük bir karantina uygulayın. Aşı umuduna kadar Türkiye rahatlasın. Ama bunu yaparken, işletmeleri ve çalışanları ayakta tutacak tedbirleri almayı ihmal etmeyin. İşletmelere nakit desteği verin. Çalışanlara nakit desteği verin. Biz bu konuda ısrar ettikçe, beyefendilerin ilk tepkileri işin ekonomik boyutu oluyor. Oysa, Türkiye’nin parası var. Türkiye’nin gerekli desteği verecek gücü var.
Bütün mesele iktidarın kimi tercih ettiği… İktidar, 19 yıldır yaptığı gibi, eşini dostunu, müteahhidini mi tercih edecek? Yoksa milletini mi tercih edecek? Bu kadar basit.
İktidarın bu yanlış tercihinin sonuçlarını, hep birlikte yaşıyoruz. Yarım yamalak alınan önlemler, destek görünümlü krediler yetmiyor. İşletmeler kapanıyor. Vatandaşlarımız işsiz kalıyor. Devlet, bu günler için var. Devlet, bugünlerde elini taşın altına koymak için var. İktidar işini yapmadıkça olan milletimize oluyor.
Maalesef bu durum bir zihniyet meselesi. 19 yılın sonunda bu zihniyetin bizi getirdiği nokta çok açık; Dün biriken ne varsa sattılar, Bugün de geleceğimizi ipotek altına alıyorlar. Dün zaten gitti, bugün zarardayız ve bu yönetim anlayışıyla, yarınımız da artık tehlikede. Ülkesinin geleceğini düşünen, ülkesini kalkındırmayı hedefleyen bir anlayış, öncelikle çocuklarına yatırım yapar. Gelişmiş ülkelerde çocuk haklarının gelişmiş olmasının, çocuklara yatırım yapmaya büyük önem verilmesinin, temel sebebi işte budur. Atatürk’ün de, Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında, çocuklarımıza ve gençlerimize büyük önem vermesinin sebebi de tam olarak budur. Çünkü çocuklarını düşünmeyen bir zihniyet, geleceği inşa edemez. Ne yazık ki çocuklarımıza gereken önemi vermiyoruz. UNICEF’in 2020 raporuna göre, Türkiye, 41 ülke arasında, çocuk politikaları konusunda, maalesef en başarısız ülke. Çocuklarımızın üçte biri, yoksulluk sınırının altında yaşarken, yalnızca yüzde 53’ü hayatından memnun. Bu oran Hollanda’da yüzde 90, Meksika’da yüzde 86, Hırvatistan’da yüzde 82. TÜİK’in verilerine göre; 5-17 yaş grubunda, çalışan çocuk sayımız 720 bin. Aralarında 5 yaşındaki çocuklarımız bile var… Resmi rakamlar böyleyse, gerçeğini siz düşünün.
Okuyacakları yerde, Oyun oynayacakları yerde, ekonomik şartlar nedeniyle, hayatın yükünü omuzlayan çocuklarımız var… Çocuklarımızın çalışma sebeplerinin başında, yüzde 40’a yakın bir oranda, aile ekonomisine destek sağlamak geliyor. Yani yüzbinlerce aile, bu desteğe muhtaç.
Ankara, İzmir ve İstanbul’da, düşük ve orta gelirli ailelere mensup, yaklaşık 3000 çocukla yapılan araştırmaya göre, çocukların değiştirmeyi en çok istedikleri şey, adaletsizlik ve eşitsizlik. Ne kadar acı, değil mi? Çocuklarımızın dramı maalesef bununla da bitmiyor. Adli Sicil kayıtlarına göre, çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında, son 8 yılda yüzde 29 artış oldu. 2019 yılında, tam 11 bin 446 çocuğumuz, aile mahkemesinin kararıyla, 16 yaşında evlendirildi. İşlerine geldi mi dillerinden düşürmüyorlar ama, bundan 100 yıl önce, Osmanlı’da evlenme yaşı kızlarda 17, erkeklerde 18’di. Böyle utanmazlık olur mu? Bir de onca kavganın, gürültünün arasında unutulan, kimsesiz çocuklarımız var. Her birinin hayatı, adeta bir trajedi. İnsanın söylerken boğazı düğümleniyor.
Bakın size bir rakam vereyim; Türkiye’de, sadece yurtlarda 13 bin 867 çocuğumuz var. Koruyucu aile yanındaki çocuklarımızın sayısıysa 7 bin 259. Sokakta yaşayan kimsesiz çocuklarımızla ilgiliyse, maalesef net bir bilgi yok.
Eğer çocuklarımızın, yetersiz beslenmeden doğan vitamin eksikliği nedeniyle, 2-3 yaşına geldikleri halde dişleri çıkmıyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. Eğer kız çocuklarımız, sırf kanunlar yetersiz diye, küçücük yaşlarında anne oluyorsa, ortada büyük bir sorun vardır demektir. Eğer “Sek sek oynama yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebilir.” diyen sapıklar, her yerde kol geziyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. Eğer iktidar, 19 yıldır çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu görmezden geliyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir.
Her fırsatta söylüyorum; “Ülke yönetmek ciddiyet ister.” diyorum. Ciddiyet, kaşları çatmak değildir. Ciddiyet, sorunlara paydaşlarıyla birlikte çözüm aramaktır. Devleti yönetirken sergilenecek ciddiyet, bu seslere kulak vermek, böyle duyarlı insanlarla kafa kafaya vererek, sorunu çözmektir. Buradan ilan ediyorum: Çocuklarımızı yalnız bırakmayacağız. Çocuklarımızı çaresiz bırakmayacağız. Çocuklarımızı liyakatsiz ellere terk etmeyeceğiz!
İYİ Parti olarak, kurulduğumuz günden bu yana, bir uyarıda bulunuyoruz. Diyoruz ki; Gelin şu, “faiz sebeptir, enflasyon sonuç” saçmalığını terk edin. Yanlış teşhis, yanlış tedavi demektir. Hastalığı yenmek için, önce teşhisi doğru yapmak lazım. Ne var ki, Sayın Erdoğan hatada ısrar ediyor. Fazla geriye gitmeye gerek yok, Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin başladığı Temmuz 2018’den bu yana, Türkiye ekonomisinin, ekonomik göstergelerine göz atmak yeterli. Temmuz 2018’de, vergi gelirinin yüzde 10’u faiz ödemelerine gidiyordu. Bu bile, o zaman yüksek bir orandı ama, bugün, milletin bin bir zorlukla ödediği vergilerin, yüzde 20’si bir avuç faiz lobisine gidiyor. Yine Temmuz 2018’de, devletin iç ve dış borç toplamı, 1 trilyon liraydı. Bugün, 1,9 trilyon liraya ulaştı. Son iki yılda, yanlış borçlanma stratejisinin bütçemize maliyeti, 135 milyar lira oldu. Yani, Sayın Erdoğan’ın Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve damat inadı bize 135 milyar liraya mal oldu. Yani, pandemiyle mücadele için, bütçeden millete yapılan doğrudan yardımların 13 buçuk katı, ağaların dillerinden düşürmedikleri faiz lobisine fazladan ödendi.
Çelişkiye bakar mısınız?... Bir yandan iki lafın birinde, faiz lobisinden şikayet ediyorlar, diğer yandan faiz lobisine en çok parayı kendileri kazandırıyorlar. Türk Ekonomisi, bu iktidar yüzünden, her yıl yurt dışına 15 milyar dolar faiz ödüyor. Yine son iki yılda, bu ucube sistem ve beceriksiz yöneticiler yüzünden, Türkiye’nin uluslararası rezervleri, 70 milyar dolar eridi. Net rezervlerimiz, eksi 40 milyar dolar oldu.
Yani cep delik, cepken delik… 2017 yılı sonunda, kamu açığımız 56,2 milyar liraydı. 2020 yılı sonunda, bunun 297 milyar liraya ulaşacağını, bizzat hükümetin kendisi söylüyor. Bütçe açığını, üç yıl içinde 5,3 kat artırmak, sadece beceriksiz yöneticilerle açıklanabilecek iş değil. Bu bir sistem sorunu. Bu sistem Türkiye’yi, Türkiye de bu sistemi artık taşıyamıyor. Nitekim, damat gidiyor, dolar düşüyor. Kayınpeder konuşuyor, dolar yine yükseliyor. İktidarın, küçük ortaklarıyla birlikte, ülkemizi soktuğu bu kısır döngü, Türkiye’yi daha fazla taşıyamaz.
Bu durumu onlar da görüyor. O nedenle, ekonomi hızla uçuruma sürüklenirken, beyefendiler fellik fellik bir çıkış arıyorlar. Sayın Erdoğan, vitrini değiştirmekte arıyor. Damat Bakan, ardına bakmadan kaçmakta arıyor. Yeni ekonomi yönetimi de, politika faizini 475 baz puan artırmakta arıyor. Politika faizi oranları; Japonya ve İsviçre’de eksi, Avro bölgesinde sıfır, ABD’de yüzde 0,25, Polonya’da yüzde 0,1, Brezilya’da yüzde 2, Güney Afrika’da yüzde 3,5, Hindistan’da yüzde 4, Rusya’da yüzde 4,25 iken, faiz karşıtı Sayın Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de, yüzde 15’e yükseltiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Sayın Erdoğan’ın teorisinin tam tersine, “Enflasyon sebep, faiz sonuçtur.” diye açıkça ifade etti. Böylece Türkiye’yi deneme tahtası, Türk milletini de denek gören zihniyet iflas etti. Ama bu deneyin faturası ağır oldu, milletimizin önüne Sayın Erdoğan’ın tabiriyle acı reçete kondu. Şimdi de, durumu reform vaatleriyle idare etmeye çalışıyorlar. Ama ilk günden anladık ki, çaresizlik içinde yapılan bu açıklamaların hiçbirinde samimi değiller. Sayın Erdoğan; Ne sende, bahsettiğin reformları yapacak, siyasi irade var, ne ekibinde, bu reformları hayata geçirecek, nitelik var… “Adalette reform” dedin, ertesi gün, ana muhalefet partisinin lideri tehdit edildiğinde, sus pus oldunuz. “Ekonomide reform” dedin, ballı ihalelerle eşi dostu zengin etmeye tam gaz devam ettiniz. “Faiz lobisi” dedin, faizleri arttırdınız. “Döviz lobisi” dedin, merkez bankasının 100 milyar dolarını çöpe attınız. “Deprem yardımları” dedin, milletin parasını lüks konutlara harcadınız. “Vergide reform” diye verginin vergisini topladın, götürüp yandaşlarına hakkediş diye yatırdınız. “Sağlıkta reform” dedin, kamu hastanesi bırakmadınız. “Eğitimde reform” dedin, öğretmenleri mevsimlik işçiye çevirdiniz. “Bürokraside reform” dedin, memurluğu ekabir partililere peşkeş çektiniz. “Demokrasi reformu” dedin, tek adam rejimi kurdunuz. Milletin derdi tencereyi kaynatmak, senin derdin sarayda sefa sürmek. Kendi koltuğunu kurtarmayı, bu millete reform diye pazarlamayı artık bırak Sayın Erdoğan!
Daha geçen hafta söyledim: “Bu faiz artışı ateş düşürücüdür, hemen tedavi başlamazsa, piyasa tekrar faiz artışı talep eder.” dedim. Ne oldu? Dün, doların tekrar 7,90’a kadar yükseldiğini gördük. Reform vaatlerinizin altının ne kadar boş olduğu, samimi olmadığınız, çok kısa sürede anlaşıldı. Kurda aşırı bir dalgalanma var. Bu da, piyasada fiyatın oluşmasını engelliyor. Geçen hafta dinlemedin, bu hafta tekrar söylüyorum. İnat etme, bu sefer sözümü dinle. Kalıcı adımları hemen atın. Beni dinlemezsen, daha yüksek faiz artışları yapmak zorunda kalacaksınız.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Atılacak adımlar belli. Yüksek faizle, sıcak parayı ülkeye çekmeye yönelik politikalar, hiçbir zaman çözüm olmamıştır. İç ve dış siyasetteki en küçük dalgalanmada, piyasa daha yüksek faiz talep edecektir. Bu iktidar sayesinde Türkiye’nin sorunları yapısallaştı. Yapısal tıkanıklık, ancak yapısal müdahalelerle aşılabilir. Bu ucube sistemin bizzat kendisi sorun üretiyor. En büyük yapısal çözüm, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden vazgeçmektir. En büyük yapısal çözüm, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmektir. Salgının yeniden arttığı bu günlerde gelir kaybına uğrayan küçük esnafımıza, mutlaka, karşılıksız ve doğrudan gelir transferi yapılmak zorunda.
Enflasyonun zaten yüksek olduğu, dış kaynak ihtiyacının aşırı arttığı bu ortamda, Türkiye, iç talep kaynaklı büyüme yerine, ihracat kaynaklı bir büyümeyi tercih etmek zorunda. Bunun için de, ekonominin rekabet gücünün artırılması, iş ortamının iyileştirilmesi, güvenin yeniden tesis edilmesi şart. Döviz giderlerinin mutlaka azaltılması gerekiyor. Bunun için de, ithal malların, Türkiye’de üretimine yönelik adımlar atılmalı. Mesela, dövize endeksli, garantili inşaat işleri durdurulmalı, yapılmış sözleşmeler gözden geçirilmeli.
Biz, onların olamadığı yerdeyiz. Biz, milletimizin yanı başındayız. Kimse merak etmesin. Geleceğiz ve milletimizin makus talihini, bir kez daha yeneceğiz. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun, milletimizi bir bütün olarak görecek, ona göre hizmet edeceğiz. Türkiye, büyük bir ülke. Türkiye, zengin bir ülke. Türkiye, potansiyeli olan bir ülke. Formül basit. Eşi dostu zengin etmek için yapılan sözleşmeleri yırtıp atacağız, o zenginliği, gerçek sahibine, milletimize sunacağız.
Onlar gibi; “O onu demiş, bu bunu demiş” dedikodularına değil, Milletimizin huzuruna, refahına, mutluluğuna mesai harcayacağız. Dünyanın en verimli toprakları üzerinde, Dünyanın en fedakar milletlerinden biriyle, Allah’ın lütfu, bir cennet memlekette yaşıyoruz. Her şeyimiz var. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “Güzel ahlakı tamamladığımız” anda, tüm sorunların üstesinden kolayca gelebiliriz.
Biz, o güzel ahlaka talibiz. Biz, milletimizin teveccühüne, milletimizin takdirine talibiz. Çünkü biz; Çocuklarımızın geleceğini, Çalışanlarımızın dertlerini, Emeklilerimizin uykularını, Yatırımcılarımızın güvenini, Milletimizin birliğini, ülkemizin bütünlüğünü dert ediyoruz. Milletimizin derdiyle dertleniyor, O dertleri çözmek için durmadan çalışıyoruz. Türkiye’nin İYİ ve cesur evlatları! Bizim derdimiz, Hakkı batıl edenlere karşı, insanımızı yaşatmak, mutlu etmektir!
Bizim derdimiz, Milletini çileye mahkum edenlere karşı, güler yüzlü bir memleket kurmaktır! Bizim derdimiz, yalanla, iftirayla, koltuklarını korumaya çalışanlara karşı, hakikatin mücadelesini vermektir. Bizim hayalimiz belli, bizim hedefimiz belli: Kadınlarımızın, sokakta yürürken arkasına bakmak zorunda kalmadığı bir Türkiye. Öğrencilerimizin, geri ödeyeceği KYK borcunu düşünmediği bir Türkiye. Milletin iradesinin gasp edilmediği bir Türkiye. Söz söyleyenin, Silivri’ye atılmadığı bir Türkiye. Emeklilerimizin, ay sonundan korkmadığı bir Türkiye. İşçimizin, emeğinin karşılığını, zamanında ve hakkıyla alabildiği bir Türkiye. İşverenin, yatırım yapmaktan korkmadığı bir Türkiye. Hakimlerin, iktidarın değil, vicdanlarının sesiyle hüküm verebildiği bir Türkiye. Çocuklarımızın, ellerine, bedenlerinden büyük çekiçler almak zorunda kalmadığı bir Türkiye. Gençlerimiz hayal kurduğu, o hayalleri geçekleştirebildiği bir Türkiye. Zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye!
İYİ Parti iktidarında dosta düşmana, Devlet nasıl yönetilirmiş, göstereceğiz. İsraf nasıl biter, milletin hakkı, milletin cebine nasıl girer, göstereceğiz. Milletin derdiyle nasıl dertlenilir, milletin sorunları nasıl çözülür, göstereceğiz. Kötülerin hükmü nasıl biter, memleket nasıl düze çıkar, göstereceğiz. Çünkü biz, İYİ Parti’yiz. Çünkü biz, hak yolunda, hakikat yolunda yürüyenleriz. Çünkü biz, millet yolunda yürüyenleriz. Bu kutlu yolda Allah yar ve yardımcımız olsun.