Erdoğan’dan muhtarlar toplantısında Lozan çıkışı
29 Eylül 2016 13:05
Erdoğan, "Lozan'ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar" görüşünü savundu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 27’nci Muhtarlar Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan, muhtarlarla son olarak 15 Temmuz darbe girişiminden önce 8 Haziran’da bir araya gelmişti.
Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından sarayda düzenlediği ilk muhtarlar toplantısında bugüne değin yaşanan “milli mutabakat” birlikteliğinde önemli bir geri adım atarak, yepyeni bir tartışma başlattı. Tartışmanın adı; 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması! Cumhurbaşkanı, muhtarlara seslenirken konuyu Lozan Antlaşmasına getirerek, “Bugüne kadar Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar. Bunun neresi zafer” dedi. Bu sözlerle birlikte bugünden itibaren Türkiye uzun süre Lozan “zafer mi” yoksa “zafer değil mi” diye tartışacak.
Atatürk'ün Lozan’dan sonra İsmet Paşa'ya gönderdiği telgraf
(Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Gazi Mustafa Kemal'in İsmet Paşa'ya gönderdiği Lozan Konferansı'nda başarı gösteren Türk delegelerini kutlayan telgrafı) Lozan'da Delegeler Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri'ne Millet ve hükümetin zatıalilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete birbiri ardınca yaptığınız yaralı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Heyeti üyelerini şükran duygularımla kutlarım. Gazi Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan
Erdoğan’ın konuşmasından satır başları;
Muhtarlar toplantımızın 27.’sinde sizlerle bir aradayız. Bugün de Bitlis, Adıyaman, Artvin, Elazığ, Hatay, Kırşehir, Niğde, Ordu ve Samsun’dan gelen siz kıymetli muhtarlarımızı ağırlıyoruz. En son toplantımızı 8 Haziran’da yapmıştık aslında normal şartlarda muhtarlarımızla her ay ortalama 2-3 buluşmamız oluyordu ancak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan gelişmeler nedeniyle toplantılarımıza ara vermek zorunda kaldık. İnşallah muhtarlarımızla olan bu buluşmalarımızı sıklaştıracağız. Hedefimiz, Türkiye’nin tüm muhtarlarını burada ağırlamak. Bu vesileyle 15 Temmuz’daki şehitlerimizi rahmetle ve minnetle yad ediyoruz. Muhtarlarımız mahalleleriyle birlikte milletine sahip çıkma konusundaki kararlılıklarını 15 Temmuz’da ortaya koydular. 15 Temmuz şehitlerimizin arasında iki tane de muhtarımız var.
Ayrıca Ankara-Sincan Osmaniye Mahallesi muhtarı Hakan Yiğit’in kardeşleri Erkan ve Volkan Yiğit Külliyemizin önünde saldırıya uğradılar. Erkan kardeşimiz şehit olurken Volkan kardeşimiz kurtuldu. Şu an külliyemizde görev yapıyor. Tüm muhtarlarımıza tekrar baş sağlığı, gazilerimize uzun ömürler diliyorum.
“15 TEMMUZ AYNI ZAMANDA BİR TERÖR SALDIRISIYDI”
Değerli kardeşlerim, sizlerle toplantılarımızı başlattığımız 2015’in ocak ayından bu yana özellikle şunu ifade ettim. Sizlerle bir araya gelmek, olayları yakınan takip etmek için bu buluşmalar çok önemli dedim. Ama aramıza bir darbe girişiminin araya gireceğini hiç düşünmemiştim. Bu darbe girişimi gerçekten çok farklı bir yere sahip. Daha önceki ihanet girişimleriyle doğrudan muhatap oluyorduk, ülkemiz ve milletimiz yaşananlardan dolayı, dolaylı olarak etkileniyordu. Bu defa bizimle birlikte canıyla, kanıyla, varlığıyla milletimizin kendisi hedef alındı. Ülkemiz, demokrasimiz hedef alındı. Evet, adını doğru koymak lazım. 15 Temmuz’da Türkiye hem darbe girişimine, hem terör eylemlerine hem de örtülü bir işgal girişimiyle karşı karşıya kaldı. Üniformalı bir grup teröriste ev sahipliği yapması nedeniyle evet bir darbe girişimiydi. Kullandıkları yöntemler itibariyle 15 Temmuz aynı zamanda bir terör saldırısıydı. Bunlar milletin verdiği vergilerle, milletin imkanıyla, onlara emanet ettikleri F16’ları, tankları, topları zannediyorlardı ki bunlarla birlikte biz bu işi başarırız.
“BİZE LOZAN’I ZAFER DİYE YUTTURMAYA ÇALIŞTILAR”
Hem projenin gerisindeki silüetler, hem darbenin başarılı olması halinde eyleme geçirilecek plan itibariyle, bakın burası çok önemli, 1912’den 1923’e kadar kısa sürede 5’te bire düşen topraklarımızdan geri kalanın işgali teşebbüsüydü. Hani o çılgın Türkler diyorlar ya, benim milletim o millet. 15 Temmuz Türk milletinin ikinci bir Kurtuluş Savaşı’dır bunu böyle bilelim. 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a razı ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’la verdik. Kıt’a sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, karada ne olacak hala bunun mücadelesini veriyoruz. İşte bunun nedeni, o anlaşmada masaya oturanlar. O masaya oturanlar bunun hakkını veremediler, veremedikleri için onun sıkıntısını şimdi biz yaşıyoruz. Herhalde bu darbe başarılı olsaydı, Sevr’i bile aratacak bir anlaşmayla karşımıza çıkacaklardı.
Şundan hiç kimsenin şüphesi olmasın; o gece Türk milleti bir darbeye karşı koymakla kalmamış, ülkesini bir işgalden kurtarmıştır. Biz de milletimizden aldığımız güçle darbecilerin karşısında durduk, böylece oyunu bozduk. Hani şair diyor ya “Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan.” Mesele bu. Kardeşlerim, şunu hiçbir zaman unutmayın; eğer lider taşın arkasında saklanmazsa, o millet dağın arkasında saklanmaz; ama lider taşın arkasına saklanırsa millet de dağın arkasına saklanır. Gerçekten de biz o gece milletimizle yürüdük, sizinle yürüdük. Şayet o gece İstanbul’da milletimiz havalimanını, devlet konu evini kuşatmamış olsaydı FETO’nun gözü dönmüş katillerinin uçakları bize de ölüm kustururdu.
Demek ki, demek ki şehadet nasibimizde yokmuş ki bugün burada sizlerle birlikteyiz, bir aradayız. Ne mutlu, ne mutlu o kutlu makama ulaşan kardeşlerimize, ne mutlu onların yakınlarına. Bu güne kadar şahsen görüştüğüm şehit yakınlarımızın, gazilerimizin vakur duruşları beni ayrıca duygulandırıyor. Şehitlerimizle ilgili öyle hikayeler duyuyoruz ki tüylerimiz diken diken oluyor. Milletimiz bu inançla mücadelesini sürdürdükçe 7 düvel bir araya gelse bizi bir adım geriletemez. İstiklal şiirimizde, İstiklal marşımızda Akif merhum ne diyor? “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” İşte millet göğsünü siper etti, bu millet gerektiğinde bendini de çiğner, gerektiğinde enginlerden de taşar. Bu milletin sabrını zorlamayın. Bu milletin ve bu devletin sabrını zorlayanların akıbetlerini öğrenmek istiyorsanız açın tarih kitaplarını öğrenin. Biz kimseden hakkımız olmayan bir şeyi istemiyoruz, kimseye de hakkı olmayan bir şeyi vermeyeceğiz. Bunun için de her türlü yolu, aracı, yöntemi kullanıyoruz, kullanacağız.
“OHAL’İN UZATILMASI TÜRKİYE’NİN YARARINADIR”
Biliyorsunuz ki MGK’nın kararıyla 27 Temmuz’dan itibaren olağanüstü hal ilan edilmişti. Bu konu çok önemli biliyorsunuz. Özellikle paylaşmak istiyorum çünkü olağanüstü hal konusunu sağa sola çekmeye çalışanlar var. Etraflıca sizinle paylaşayım ki spekülatif edenler… Benim muhtarım anlar ya o bize yeter. Çünkü şu an ben muhtarlarımın şahsında milletimle konuşuyorum, birileri bir şey anlamıyor. Atanmış kimdir, seçilmiş kimdir. Ben seçilmişim, ama benim muhtarım da seçilmiş. Demokrasi noktasında benim muhtarımla aramda bir fark var mı? Yok. Biri muhtar olarak seçilmiş, biri cumhurbaşkanı olarak seçilmiş. Bunu bir ayırmak lazım. Demokrasi diyorsan benim muhtarımı küçük göremezsin. Demokrasinin terazisi nedir? Seçimdir. Bu bu kadar önemlidir.
Bu kanun hükmünde kararname, OHAL vs. Bu uygulamaların sadece terörle mücadele ile sınırlı kalacağı, günlük hayata yansımayacağı daha ilk günden ifade edilmişti. Biz geldiğimizde de bu ülkede olağanüstü hal vardı. O zamanlar Güneydoğu Anadolu’da sokağa bile belirli saatlerde çıkamıyordunuz. Şimdi öyle bir şey var mı? Yok. Grevdi, boykottur, ıvır, zıvır bir şey var mı? Yok. Nitekim OHAL geçen 2 ayı aşkın sürede, terörle mücadelenin etkinliğini arttırmak için uygulandı. Bütün bunları yaparken tabii ki FETÖ terör örgütü ile ilgili mücadelenin, devletin yapısı içerisindeki yapılanmayla da hızımızı arttırıyor. Bu işi hızlandırmamız lazım, rehavet olmaz. Bu devletin, bu terör organlarının uzantılarından arındırılması için zamana ihtiyacı var. Biz şu an zamanla yarışıyoruz. 3 aylık sürenin yeterli olmayacağı görülüyor. Bunun için dün yaptığımız MGK toplantısında olağanüstü halin 3 ay daha uzatılması tavsiye edildi. Hükümetimiz de gereğini yapacaktır. OHAL, PKK ve FETÖ ile daha etkin mücadele amacına yöneliktir.
“BELKİ 12 AY DA YETMEYECEK”
Bu Meclis’in içinden geldik ve siyasette de hamd olsun bu ifadeleri kullananlarla mukayese edilemeyecek kadar derin. Bu işi iyi biliriz. Meclis’in mevcut iç tüzüğü böyle pratik bir çalışma yürütülmesine imkan vermiyor. Kolayca çözülecek bir meselenin de Meclis’te aylarca sürüncemede kaldığını biliyoruz. Meclis’in yükü zaten ağır, bir de OHAL’i eklersen Meclis kilitlenir. Terör örgütü mensuplarının yurt dışına nasıl kaçtığını görüyorsunuz değil mi? Anında kaçabiliyorlar, 24 saat bile gezebiliyor. Kimileri bakıyorsunuz ABD’de kimi bakıyorsunuz Avrupa’da ellerini kollarını sağlayarak dolaşabiliyor. İstediğimiz halde vermiyorlar bunları.
Kardeşlerim onun için üç aylık bir süreyle olağanüstü halin uzatılması Türkiye’nin yararınadır. Fransa’da ufak bir terör olayı oldu, 13-15 kişi öldü. Ya Türkiye’de demokratik rejime darbe girişimi oldu. 241 kişi şehit oldu, değerli kardeşlerim sadece birkaç telefon ötesinde maalesef böyle atlayıp anında buraya gelen lider yok. Ha bir iki bakan geldi, onları görmemezlikten gelemem. Sağ olsun Körfez’den başta Katar olmak üzere emir, Başbakan, Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı’ndan hepsinden öte emirin babası, çocuklarıyla birlikte geldiler bizimle bu sıkıntıyı paylaştılar. İşte Suud gibi vs. Kardeşlerim Fransa’da 3 ay artı 3 ay son olarak da 6 ay olmak üzere toplamda 1 yıl olağanüstü hal uygulandı. Dünyadan kimse Fransa’ya “Ya siz niye 1 yıl OHAL” ilan ettiniz diyor mu? Bazı bakan arkadaşlarımız “Artık bitse mi” diyor. “Olur mu” diyorum arkadaşlarıma dur bakalım ya, sabırlı ol belki 12 ay da yetmeyecek.
Bu yol haritasını bu ülkenin kurumları belirler. Şimdi bunlar kalkıyor bize yol haritası çiziyor. Bir kere siz ne zaman Türkiye’ye dost oldunuz, gerekli destekleri verdiniz? Zil takıp oynamaya çalışanlar vardı ama Rabb’im, milletim onlara bu fırsatı vermedi. Kardeşlerim, Türkiye Fransa’dakilerle mukayese edilmeyecek kadar ağır terör saldırılarına, darbe girişimine sahne oldu. OHAL’in uzatılması kararını milletimizin destekleyeceğini umuyorum. Mesele ben burada oylama yapsam, OHAL’in uzatılmasına ne dersiniz desem? İşte görüldüğü gibi ittifakla kabul.
Değerli kardeşlerim, Fransa’dan farklı olduğu gibi bu olay başka ülkelerdekinden de farklı. Mesela ABD’de bir olay oluyor, bir kişi ölüyor, bir eyalette hemen OHAL ilan ediliyor. Ya bizdeki olay böyle değil ki.
“YPG, DAEŞ’E KARŞI SAVAŞIYOR DİYORLAR, YALAN YALAN…”
Ülkemizde ve bölgemizde süren bu mücadele tek taraflı değil. Bakıyorsunuz FETÖ ile PKK Suriye rejimi ile PKK, PYD, müttefik dediğimiz ülkelerde DEAŞ kol kola vermiş ülkemizin aleyhine çalışıyor. PKK’nın eylemlerini arttırmasının tek bir nedeni var, FETO’nun yükünü azaltmak. Ama çukur eylemleri PKK’yı bölge halkının gözünden düşürmüştü. Bölgedeki kardeşlerimiz PKK’nın sadece belirli güçlerin taşeronluğunu yaptıklarını açık şekilde gördük. Daha da önemlisi 15 Temmuz darbe girişimine karşı en büyük mücadelenin verildiği yerlerin başında bu bölgemiz geliyor. Sayısız ifade, belge bulunuyor. Bölücü örgütün 15 Temmuz’un ardından eylemlerini arttırması, başarısız darbe girişiminin PKK eliyle devam ettirilmeye çalışılması olarak değerlendiriliyor.
Fırat Kalkanı harekatından çok rahatsız oldular. FETO’nun safralarından kurtulan TSK, Türkiye’nin en kapsamlı sınır ötesi operasyonunu çok başarılı bir şekilde yürütüyor. PKK – YPG, DAEŞ’e karşı savaşıyor diyorlar. Yalan, yalan…
Suriye'de sivillerin kanları ellerinde olanların işi giderek zorlaşıyor. Ümran bebeğin halini gördünüz değil mi? Toz toprak, kan revan içinde binadan çıkışını gördünüz. O Ege'de kıyılara vurmuş yavrumuzu biliyorsunuz. Bu ülkede DEAŞ bahanesiyle yürütülen kanlı operasyonların meşruiyeti her geçen gün kayboluyor. Aman sabır, aman sabır. Gaziantep'te eğer DEAŞ terör örgütü, o kına merasiminde 14 yaşındaki çocuğun bedenine bombaları bağlamak suretiyle, bak çocuğu nasıl kandırıyorlar? Çocuk Messi'yi çok sevdiği için Messi formasıyla kandırarak bombayı bağlıyorlar. 50'yi aşkın kardeşimiz şehit oluyor, 100'den fazla yaralı. Bakıyoruz yavrum, 6-7 yaşında ama sol ayağının yarısının olmadığının farkında bile değil hala. Bunları gördük. Yüzü parçalanmış yavrumuzu gördük. Bütün bunlar, bu ülkede yaşandı.
“BATI BİZİM LAFLARIMIZI DİNLESE BİRÇOK ŞEYDEN KURTULACAKTI”
Hala utanmadan, sıkılmadan kalkıp da bunları dile getirmeyeceksin. Bunları muhtarlarımla dertleştiğim gibi BM Genel Kurulu'nda dertleşmeyeceğiz de, Güvenlik Konseyi'nde anlatmayacağız da nerede anlatacağız, soruyorum size. Bizim dışımızda anlatan yok ki. Bizim dışımızda kalkıp 3 milyon mülteciyi topraklarında iskan eden yok ki. Biz iskan ediyoruz. Soruyorum, bu mülteci kardeşlerimizi tekrar Suriye'ye göndereceğiz diyenler kimdi? Bunlar değil mi? Şimdi de kalkıp utanmadan, sıkılmadan farklı farklı şeyler söylüyor. Bunlar bu misafirperverliğin milletin ruhunda olduğunu bilmeyenler. Benim milletim, benim vatandaşım, kalkar bir dilim ekmeği, bir tas çorbayı kardeşiyle, komşusuyla paylaşır yeri geldiğinde. Bu millet böyle yetişti. Böyle terbiye gördü. Serer yere sofrasını, evinde neyi var, neyi yok, döker. Ondan sonra da misafiriyle, komşusuyla paylaşır.
Bunlarda böyle bir dert yok. Artık Türkiye'nin ve ÖSO'nun yani Suriye'nin kendi evlatlarının DEAŞ'a karşı verdiği gerçek mücadele örneği var. Her ne kadar bölgede çıkarları olan ülkeler şartları zorluyor olsa da Suriye meselesi yeni bir safhaya girmektedir. Yeni dönemin en belirleyici unsuru Suriye halkının kendi içinde tesis edeceği birlik ve anlaşma olacaktır. Gaziantep'teki olay bu işin adeta ateşlenen fitili oldu. O ana kadar girdik mi biz oralara? Girmedik. Artık o yetiştirdiğimiz eğit-donat çerçevesindeki Suriye halkı, Cerablus halkı, ılımlı muhaliflere dedik ki, buyurun arkanızdayız. Böylece Cerablus'u DEAŞ'tan temizledik ve oraya Cerablus halkı yerleşmeye başladı. Ardından Rayi'de yaşayan halk DEAŞ'ın oradan da temizlenmesini bekledi, oradaki halk yerlerine, topraklarına girmeye başladılar. DEAŞ'ın elinde bulunduğu dönemde Cerablus'ta nüfus iki binlere kadar düşmüştü. Şimdi 30 bine ulaştı. Daha artacak. Cerabluslular evlerine, yurtlarına dönmeye başladılar. Suriye'de bizim ilk etapta 5 bin kilometrekare olarak gördüğümüz güvenli ve uçuşa yasak bölge tam manasıyla oluşturulabilirse en azından yeni göç dalgalarının önü kesilecektir. Bu Batı maalesef bizim laflarımızı dinlese birçok şeyden kurtulacaklar.
Bir siyasi lider “Siz Türkiye'ye yanlış yapıyorsunuz” dedi. “Türkiye şu kapıları açmış olsa ne yapacaksınız? Hepsi Avrupa'ya geldiğinde ne yapacaksınız?” dedi. Sonra birileri kalkıp o siyasi lidere şunu söyledi, “Çok haklısın, biz senin kadar cesur konuşamazdık.” Slogan bu, “Haklısın.” Temennilerine alıştık. Bu alan genişledikçe, Suriye halkı kendi topraklarında güvenli bir şekilde yaşama imkanı buldukça göç sorunu kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Gayet ahlaki, gayet vicdani zemini olan bu projenin hayata geçmesini istemeyenler rejim, DEAŞ ve YPG'dir. Bunlar ve arkalarındaki devletler hariç herkes bu fikre sıcak bakıyor.
İnşallah Suriye halkının üstündeki kara bulutların dağılacağı gün yakındır. Bizim Suriye topraklarında gözümüz yok, öyle bir derdimiz de yok. Ama tehdit oluşturacak olan terör koridorunu kaldırmakta kararlıyız. Bize Suriye'nin kuzeyinde herhangi bir tehdit oluşmayacak. Kilis'e roketler düşmeyecek. Yani bizim, Suriye sınırındaki vilayetlerimiz onların bu tehditlerini görmeyecek.
“MOODY’S BENDEN İNTİKAM ALIRCASINA NOTUMUZU DÜŞÜRDÜ”
Biraz önce de ifade ettiğim, ülkemize yönelik saldırılar çok farklı mecralar üzerinden yürütülüyor. Bunlardan biri de ekonomidir. Türkiye'nin önünü terörle, darbe girişimiyle, ayak oyunlarıyla kesemeyeceklerini görenler ekonomi kartını şimdi masaya sürdüler. Esasen Türkiye, bu tehditle ilk defa karşılaşmıyor. 2002'den beri sayısız kez ekonomik taarruza maruz kaldık, Allah'ın izniyle, milletin desteğiyle hepsini de boşa çıkardık. Küresel krizin ilk yılı 2009'a mahsus bir küçülme yaşadık. Hatırlarsanız “Teğet geçecek” demiştim ve teğet geçti. Birçok köşe yazarı kendisine göre dalgasını geçiyordu ama o kavramı kavrayamadılar. Neticede öyle oldu.
Gezi olaylarıyla, 17-25 Aralık darbe girişimiyle, ne yazık ki polisin içine sızmış olanlarla yargının müşterek yaptığı bir operasyondu. Geçen yıl yaşadığımız iki seçimle 20 Temmuz 2015'ten itibaren artan terör saldırılarıyla, son olarak 15 Temmuz darbe girişimiyle sürekli teyakkuz halindeyiz. Buna rağmen ekonomide hayati bir kırılma hamdolsun yaşamadık. Ekonomimiz yaşamaya, büyümeye devam etti. 27 çeyrek biz hep büyüdük. 14 yıllık, 2 yıl cumhurbaşkanıyım, ondan önce başbakanlık dahil, hep büyüyen bir Türkiye var. Küçülme diye bir şey hamdolsun olmadı. Dünyada benim diyen ülkeler ekside, biz ise devamlı artıdayız. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından birileri yine kriz beklentisine girdi ama hayal kırıklığına uğradılar. Sadece meydanlara çıkıp kendini feda etmedi, darbe girişimi ertesi günü 2,5 milyar dolar bugüne kadar da 12 milyar dolar para bozduran bu millet döviz üzerinden bir oyun oynanmasına izin vermedi.
Zannettiler ki bunlar, Merkez Bankası kasasını boşaltır, bu işle öyle mücadele eder ve Merkez Bankası'na da gerek kalmadı. Eskiden beri siyasi saiklerle hareket ettiğini bildiğimiz kredi derecelendirme kuruluşları devreye girdi. Ben onları çok severim, onlar da beni çok sever. ABD ziyaretinde çok önemli bir şirketin CEO'su “Bu CEO'ların arası sizle iyi değil.” İsim vermeyeceğim kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili, 15 gün önce yatırım yapılabilir gösterdiler. Ben buna inanmıyorum dedim. Sanki benden intikam alırcasına hop, notu düşürdüler.
“KİMMİŞ BUNLAR YA?”
Türkiye'nin gerçeği bu değil ki. Batmış, bitmiş bir ülkeye bir anda bakıyorsun, 4 kat büyümede bir derece vermeye kalkıyorlar. Avrupa'dan 400 milyar Avro destek gören bir ülkeye bu desteği veriyorlar. Türkiye gibi kendi ayakları üzerinde duran bir ülkeye durağan diyor. Bu sefer durağan da demediler, puanı, notu düşürdüler. İstediğiniz kadar düşürün, Türkiye'nin gerçeği bu değil. Türkiye yatırımlarına, kalkınmaya devam ediyor.
Bunların eline üç beş kuruş para koy, istediğin notu al. Bunlar böyle çalışıyor. Talimatı nereden aldıklarını da biliyoruz. Ah ah, keşke şu ülkede siyaset kendi içinde birlik beraberlik olsa. Kimmiş bunlar ya? Gerçek bu, gerçek bu. Sanayicilerimize, tüccarlarımıza da sesleniyorum. Ya bir haykırın be. Sizin ürünlerinizi bu kredi derecelendirme kuruluşları mı satıyor? Ya bir dik durun be. Her şeyden önce siz Türksünüz, Türk. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir evladısınız. Bunu gösterin. Not ekonomik verilere değil de siyasi saiklere dayalı verilince kimse o notu dikkate almadı. Ne iç, ne dış piyasalarda. Not düşürmeden kaynaklanan ciddiye alınacak bir dalgalanma olmadı. Çobana hakaret olmasın da, bunların işi yalancı çobanın hikayesine dönmeye başladı. Türkiye'yle ilgili o kadar çok yalan yanlış adımlar attılar ki kimse onları ciddiye almadı. Biz reel ekonomiye bakıyoruz. Üretimi, istihdamı, ihracatı artıracak, markalaşmayı, yüksek teknolojiyi, kaliteyi teşvik edecek önlemleri alıyoruz, almaya devam edeceğiz. Osmangazi Köprüsü'nü açtık mı, Yavuz Sultan Selim'i açtık mı, açtık. Şimdi de 20 Aralık'ta Avrasya Tüneli'ni açıyoruz. Kredi derecelendirme kuruluşlarına tavsiyem, misafirimiz olsunlar, tünelden geçiversinler. Biz üç aşamalı bir plan hazırlamıştık. Birinci aşama Meclis kapanmadan hemen önce kabul edildi. Özellikle geri kalmış bölgelerdeki yatırımlara ciddi teşvikler içeren bu düzenlemeyi yenileri takip edecek. İhracatta yavaş da olsa yukarıya doğru bir yükselişin olduğunu görüyoruz.
Rusya'yla charter seferlerinin başlamasıyla 60 bin turist geldi. Önümüzdeki sene için çok daha ümitliyiz. Ülkesini, milletini seven, çocuklarının geleceğini düşünen herkes üretimin, yatırımın, istihdamın artmasına destek vermelidir. Geminin bir tarafı su alırken, diğer taraftakilerin kendilerini güvende hissetme imkanı yoktur.
Geçtiğimiz hafta BM Genel Kurulu'ndaydım. Küresel ve bölgesel gündeme ilişkin görüşlerimi ifade ettim. Genel Kurul'daki konuşmamda bizimle faaliyet gösteren veya bu noktada 193 ülkenin katıldığı böyle bir oturumda tabii FETÖ tehdidine ilişkin görüşlerimi ifade ettim. Hatta baya da ilgi uyandırdı, bundan önce de “Dünya 5'ten büyüktür” demiştim. BM yapısının artık aynı şekilde durmasının doğru olmadığını ifade ettim. Daimi üyeler 5 üye, adeta aynı inanç dünyasını temsil ediyor. 3 tanesi Avrupa, bir tane Asya, bir tane de Amerika. 3 kıtayı temsil eden ülkeler. Bunların bizzat çıkıp “Dünya bu şartlarda yaşamıyor” demesi lazım.
20 üye asıl üye olacak. 2 yılda bir değişebilir. 10 tanesi bir yıl yapar, toplamda yine 2 yıl yapar. Böylece 193 ülkenin hepsi BM Güvenlik Konseyi'nde daimi üye olarak görev alır. Bu ne demektir, her kıta kendini temsil eden ülkeleri Güvenlik Konseyi'nde görür, her inanç grubu görür. Halkı Müslüman olan bir ülke yok. 1 milyar 700 milyon Müslüman var. Bu devletler hakkını aramıyor, biz onu seslendiriyoruz.
“BENİM HER MUHTARIM BİR DÜNYA LİDERİ SEVİYESİNDE BİLGİ VE YETENEĞE SAHİPTİR”
Ülkemizde bir siyasi parti genel başkanı, bu konuşmamız üzerine değerlendirme yapıyor. Ne diyor, “BM'de dünya liderlerine mi, yoksa muhtarlara mı konuşuyorsun belli değil.” (Yuh sesi) Haberiniz yok mu bundan, duymadınız mı? Bilmiyor ki, benim her muhtarım kendi mahallesinin lideridir. Bilmiyor ki, benim her muhtarım bir dünya lideri seviyesinde bilgiye, yeteneğe, kabiliyete sahiptir.”
LOZAN ANLAŞMASI
1920 I. Dünya Savaşı sonunda kazananlar ve yenilenler arasında anlaşmalar yapılmaya başlandı. En sona Osmanlı İmparatorluğu kaldı. 10 Ağustos 1920’de Sevr’de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris’in banliyösü Sevres’de anlaşmayı imzaladılar. Ankara’da TBMM’nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr’i hiçbir ülkenin meclislerinde onaylamaması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı.
SEVR’DEN LOZAN’A
TBMM Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Yapılan iki ayrı görüşmede sonunda Lozan Anlaşması 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girdi.
Lozan’da konuşulan ve anlaşma sağlanan maddeler:
Türkiye-Suriye Sınırı: Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.
Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.
Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verildi.
Adalar: Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye’de, diğer Ege Adaları İtalya’ya kaldı. İtalya’nın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırıldı. Sevr Antlaşmasıyla Oniki Ada İtalya’ya diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştı. Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında müttefiklerin eline geçti ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edildi.
Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir. Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.
Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”[6] Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler’in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı. Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.
Osmanlı’nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış Antlaşması madde 45,46,47…55, 56). Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.[7] Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye’nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı. Patrikhaneler: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildi.
yunanistan, erdoğan, muhtarlar, turkiye, lozan, montro