Erdoğan'dan Celal Doğan'a: CHP ile zor olur başkan...
12 Temmuz 2015 09:37
HDP'li Celal Doğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptıkları görüşmede ne konuştuklarını anlattı
HDP Gaziantep Milletvekili Celal Doğan, geçtiğimiz hafta siyaset gündemine oturan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la yaptığı sürpriz görüşmenin detaylarını anlattı. Görüşmede Erdoğan'a koalisyon ile ilgili görüşlerini soran Celal Doğan, şu yanıtı aldığını aktardı:
“Biz, dedi, 'CHP ile zor yaparız Başkan' dedi. 'MHP ile tabanımız daha yakın' dedi. O, Türkiye'de bir savaş hükümeti algısını getirir. Tekrar başa döneceğiniz algısı olur, dedim. 'Hayır o savaş hükümeti olmaz seçim hükümeti olur' dedi. Özü bu."
Doğan, çözüm süreci konusunda da nabzını tuttuğu Erdoğan'ın "Süreçten vazgeçmiş değilim, ama kırgınım" dediğini söyledi.
Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularını yanıtlayan (12 Temmuz 2015) Celal Doğan'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
“Tayyip Bey 250 milyarlık futbolcuyu Antepspor'a 150 milyara verdi”
- Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hukukunuzun kaynağı nedir?
Tayyip Bey ile hukukumuz kendisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'yken başladı. O dönem birkaç kez birlikte televizyon programına çıkmıştık, takibinde bir iki vatandaşımızın işi olduğunda kendisi müthiş ilgi gösterdi. Sonra bir ara Belediyespor'da Halit diye bir futbolcu çocuk vardı. Çok talibi olan bir oyuncuydu, Gaziantepspor olarak biz de talip olmuştuk. O dönem 250 milyarlık futbolcuyu bize 150 milyara verdi. Futbolcu alışverişimiz oldu. Kendisi siyasette yasaklı duruma düşmesinden önce ve sonra Gaziantep'e geldiğinde, mutlaka Belediye'ye uğrardı. Tayyip Bey ile belediye başkanlığından sonra en az sekiz dokuz defa görüştük. Çok önemli görüşmelerden biri: Bir gün İstanbul'a gelirken uçakta yan yana oturuyorduk. O da 35-40 milletvekili ile Maraş’tan dönüyordu. Anayasa değişikliği yapılmadan asla milletvekili olma şansının olmadığını kendisine söyledim. “Hocalar önümde engel olmadığını söylüyorlar, bak burada profesörler var” dedi. Kim, diye sordum. Mustafa Kamalak vardı o zaman. Bakın bu hüküm değişmeden Tayyip Bey'in asla milletvekili olma şansı yok, dedim. Tartıştık. Siz en iyisi CHP ile diyalog kurun, anayasa değişikliğini ancak öyle yaparsınız, dedim. Böyle bir tavsiyede bulundum. Bakın bu enteresandır: “Başkan, ben bir gün yüzde 50 oy alacağım. Demokrasinin gelişmesi konusunda dış dinamiklerle irtibat kuracağım” dedi. Yine bir gün, partisinin kapatılması söz konusu olduğu günlerde, bir düğünde karşılaştık. “Uğrayabilir misin?” dedi. Dolmabahçe’ye gittim o zaman. Orada konuştuk. Partinin kapatılmasından endişe ediyordu. Siyasi konjonktürün partisinin kapatılmasına müsait olmayacağını, nedenlerini aktararak söyledim. Bir önemli görüşmemiz de, Ankara'da Gölbaşı'nda olmuştur. Gölbaşı'nda Mehmet Haberal’ın oteli vardır: Patalya Oteli. O zamanlar Sayın Cumhurbaşkanı ile araları çok iyiydi. 2004 yılında bu otelde, Sayın Erdoğan, o zaman Genel Başkan ve Başbakan'dı, 10 gün kampta kaldık. Büyükşehir Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu gibi Türkiye'nin idari yapılanmasıyla ilgili kanunlarla ilgili olarak 10 gün kampta kaldık.
- Kim var bu kampta?
Beş, altı belediye başkanı vardı, biri bendim, dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu vardı, İçişleri Bakanı Müsteşarı vardı. Dolayısıyla bu örneklerde aktardığım gibi Erdoğan’ın siyasi hayatının zor günlerinde ve sonrasında kesiştiğimiz olmuştur.
- Erdoğan'dan AK Parti’de siyaset yapma daveti aldınız mı siz hiç?
Kendisinin bana direkt olarak “partiye gelir misin?” gibi bir teklifi olmadı ama Hasan Kalyoncu vardı, Allah rahmet eylesin. Onun en yakın arkadaşlarından biriydi. Şimdiki Kalyon İnşaat'ın asıl sahibi oydu. O hep söylerdi: “Solda da siz olursanız, Türkiye'yi kucaklamanız çok daha büyük olur” derdi. Hasan Bey’in çok telkinleri olurdu ama ben kendisine bunun mümkün olmayacağını ve çok teşekkür ettiğimi söylemiştim. Keza Tansu Hanım da, rahmetli Özal da, Mesut Bey de, hep siyaset yapmak istemişlerdir. Ama ben kendi duruşumu, çizgimi muhafaza etmeye çalıştım. Bugün bir milletvekili olarak, Türkiye'nin dış politikada ve eğitimde geldiği çıkmaz sokak, ekonomideki durağanlık, dört yıldan bu yana süren sükunetin (çözüm süreci) bozulmasının getireceği faturayı bilen bir insan olarak, Cumhurbaşkanı'ndan randevu almayı kendime vicdani olarak görev saydım. Bu kadar hukuktan sonra bu ziyaretin doğal bulunması gerektiğini düşünüyorum.
“Allah selamet versin, Sayın Cumhurbaşkanı bizi makineli tüfeklerle taradı”
- Seçimden önce Erdoğan'a ve partisine dair ciddi eleştirileriniz olmuştu. Acaba kendisinin sizin bu eleştirilerinizden haberi yok muydu yoksa ayrı bir hukukunuz olduğu için mi sizinle köprüleri atmadı?
Tayyip Bey’in şahsiyetiyle ilgili ağzımdan tek kelime çıkmamıştır. Ben siyasetle ilgili eleştiri getirmişimdir. Antep mitinginde, Cumhurbaşkanı'nı yuhalayamazsınız, dedim. Biz bu kadar edepli ve saygılı davrandık. Ama Tayyip Erdoğan, Allah selamet versin, Sayın Cumhurbaşkanı bizi makineli tüfeklerle taradı. O nedenle bizim eleştirilerimiz Tayyip Bey’inkilerin yanında solda sıfır kalır.
- Siz Erdoğan'la olan görüşmenizin parti yönetiminin bilgisi dahilinde olmadığını söylemiştiniz, Selahattin Demirtaş “bilgimiz dahilindedir” dedi. İşin aslı hangisi?
Randevu talebi benden geldi, biliyorsunuz. Görüşeceğimi biliyorlardı. Görüşmenin ne zaman olacağı konusunda bilgisi yoktu. Ben 40 yıldır siyaset yapıyorum, kiminle ne konuşacağımı, parti adabı, ahlakı ve davranışlarını da bilirim. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve Tayyip Bey ile geçmiş hukukumuz söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı'na gitmeyi vicdani olarak görev saydım. Gitmemiş olsaydım, niye gitmedim de gerekeni söylemedim, diye kendi kendime sorardım. Vicdanım, bilgim, birikimim gitmek gerektiğinden yanaydı, gittim. Efendim görüşülmezmiş, ne demek! Hiç öyle bir kompleksim yok. Devlet yönetiyorsunuz, ne demek görüşülmez? Ülkeler savaşıyor, savaştıklarıyla görüşüyor. Siz kendi ülkenizde siyasi rekabetin getirmiş olduğu yanlışlar bataklığında görüşmek istemiyorsunuz! Ne demek konuşmamak, konuşmazsak neyi, nasıl çözeceğiz? Süleyman Demirel’li Zincirbozan’dan bir anı. Orada Türkiye'nin gençlik sorunlarını tartışıyoruz. Proletarya diktatörlüğüne karşı olduğumuzu söyledik. İhsan Sabri Çağlayangil elini kaldırdı, “Bunlar da bizim gibiymiş, biz sizi komünist biliyorduk” dedi. Biz de sizi faşist biliyorduk. Parlamento çatısı altında konuşmaz, birbirimizi duymazsak nasıl anlaşırız, dedim. Konuşmayan insanlar birbirini anlayamaz. Cüzzamlıyla mı görüşüyorsun, “Cumhurbaşkanı ile görüşemezsin” ne demek! Bunu anlamak mümkün değil.
“Tayyip Bey, çözüm sürecinden vazgeçmiş değilim ama kırgınım, dedi”
- Konuşmanız nereden başladı görüşmede?
Hal hatır sormadan sonra ilk sorduğum şu oldu: Siz acaba çözüm sürecinden vaz mı geçiyorsunuz, dedim. “Hayır” dedi. “Peki, vazgeçmiyorsanız geldiğimiz nokta nedir” diye sordum. Buna güvenlik sorunu olarak baktığınız zaman bu süreç kalıcı olmaz. İnsanlar ellerini kaldırmış barış diye bağırıyor. Bu barış eli havada mı kalacak, bunun için geldim, dedim.
- Kendisi ne dedi?
“Ben vazgeçmiş değilim ama kırgınım” dedi.
- Pardon anlayamadık, kırgın mı?
Kırgın gördüm yani. “Kırgınım” dedi. “Bu kadar hizmet yaptım” dedi. Kırgınım dediği şu: Zaman zaman bölgede birtakım araçların yakılmasına partinin (HDP) tepki göstermemiş olması, silahların yurtdışına çıkarılmaması. “Silahları yurtdışına çıkarsalardı belirli bir mesafe almış olacaktık” dedi.
“Cumhurbaşkanı'na, Kobani'de vatandaşın bize çorba, IŞİD'e kurşun gönderiyorlar dediğini anlattım”
- Öcalan'ın HDP heyeti ile görüştürülmemesini konuştunuz mu?
Söyledim onu. Tecrit doğru değil, bu tecritlerle yeniden başa mı dönüyoruz, dedim.
- Yanıt?
Sessizlik.
- Erdoğan not alırmış böyle görüşmelerde?
Ben de hiç not almadı. Kendi fikrimi söyleyeyim, Öcalan'ı ilişkinin içine sokmamak Türkiye'ye iyilik değil kötülüktür. Suriye meselesine geldik sonra. 1) PYD ve YPG ile bir savaşa girmenizi doğru bulmuyoruz, dedim. 2) Yapılan tahliller benim kanaatime göre yanlış. Siz Kuzey Suriye’de ayrı bir devlet kurulacak imajı vererek, bunu suni olarak pompalıyorsunuz. Böyle bir niyetleri olduğuna hiç kimse inanmıyor, ben de inanmıyorum. Eğer siz hakikaten orada YPG ve PYD’nin bir etnik temizlik yaptığını, Türkmenleri ve Arapları zorla, silahla bölgeden attığını, onların topraklarına yerleştiğini düşünüyorsanız, ki biz aynı kanaatte değiliz, diplomasi ile bunu çözmek mümkün, dedim. Türkiye Cumhuriyeti adına, AK Parti'den, MHP'den, CHP'den, HDP'den bir heyetle oraya gidelim, eksikler ve yanlışlar varsa ikaz edilir, dedim. Böyle bir diplomasi yolu varken silaha başvurmanın yanlış olduğunu söyledim.
- Önerinize nasıl yaklaştı?
O tabii, “Hayır illa oraya gireceğiz anlamında söylemiyorum” dedi. İş oraya gelmese de İran’ı, Rusya’yı ikna edemezsiniz, dedim. “İkna etme yollarını seçerim” gibi bir tabiri vardı. Zaten daha sonra açıklama yapıldı, biliyorsunuz. “Mesele PYD ve YPG değil, IŞİD” dediler. Sonra “Bizi terör örgütlerine yardım etmekle itham ediyor sizin arkadaşlarınız ve partiniz. Böyle gösteriyorlar, en çok zoruma giden o” dedi. Bakın ben size bir şey söyleyeyim, ben Kobani'ye gittim, orada saatlerce vatandaşla konuştuk. Vilayetimiz çorba göndermiş, içmediler. “Niye içmiyorsunuz” diye sorduğumda, “Devlet bize çorba gönderdi, IŞİD’e kurşun gönderiyor” dediler. Toplumdaki algı bu, dedim.
- Bu örneği kendisi nasıl değerlendirdi?
Ha orada bir de, sizin Kürtlerle kırılma noktanız Kobani. Siz Antep'te konuştuğunuzda ben Kobani'deydim. “Kobani düştü düşecek” sözü ile sanki bayram yapacak gibi bir haliniz topluma yansıdı. Kardeşleri ölümle pençeleşirken sizin bayram edası gibi bunu söylemenizi Kürt halkı içine nasıl sindirsin, dedim. “Ben o anlamda söylemedim. 147 bin yaralıyı Kobani'den biz getirdik. Onlara biz bakıyoruz” dedi. Yaralıya bakmak başka bir şey, Araplara da bakıyorsunuz. Ama o ülkedeki insanların mağduriyetlerini zafer gibi ilan etmeniz çok zorlarına gitti, dedim.
- Cumhurbaşkanı sizin bu eleştirilerinizi, tespitlerinizi sakin sakin dinledi mi?
Tabii konuşuyoruz yahu, bazılarına cevap veriyordu. Bazılarını dinliyordu. Çok saygılı, çok içten cevaplar veriyordu, içtenlikle dinliyordu.
“Saray da gündeme geldi. Altın tuvalet görmedim, dedim. Takıldım”
- Saray gündeme geldi mi?
Saray da gündeme geldi. Ben lavaboya gittiğimde altın tuvalet görmedim, dedim. Takıldım yani. “Ya benim babamın malı mı, ben bugün varım yarın yokum” dedi. İsraf kabul ediyorlar, dedim. “Devletlerin büyüklüğü bazen de böyle gösterilir” gibi bir sözü oldu. Sonrasında Antep'le ilgili yerel konulardan konuştuk.
“MHP-AKP savaş hükümeti değil, seçim hükümeti olur dedi”
- Koalisyon?
Onun tespiti şu. “Biz” dedi, “CHP ile zor yaparız Başkan” dedi. “MHP ile tabanımız daha yakın” dedi. O, Türkiye'de bir savaş hükümeti algısını getirir. Tekrar başa döneceğiniz algısı olur, dedim. “Hayır o savaş hükümeti olmaz seçim hükümeti olur” dedi. Özü bu.
- İzleniminiz nedir?
Ben edindiğim kanaati söylüyorum, kasım ayı, kafasındaki yeniden seçim tarihidir. Ve yine kendi düşüncemi söylüyorum. Maalesef 2015 Kasımı'ndan sonraki seçimlerin, o sathı mahalin güvenli geçeceğine inanmıyorum.
- Bunu neyi düşünerek söylüyorsunuz?
Türkiye’deki olayların tırmandırılacağını düşünüyorum.
“Cumhurbaşkanı'nı ikircikli bir hal içinde gördüm”
- Cumhurbaşkanı'na ilk sorunuz “Çözüm sürecinden mi vaz mı geçtiniz?” olmuş. Görüşmenin sonunda, çıkarken aklınızdaki neydi, vaz mı geçmiş sizce?
İkircikli bir hal içinde gördüm onu. İkircikliydi. Yani ne vazgeçmiş, ne vazgeçmemiş gibi.
- Ne demek bu?
Zaman kazanmak. Zaman kazanıyor. Seçime yönelik midir, ortama yönelik midir; bana sorarsanız zaman kazanıyor.
- Demirtaş'ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü gündeme geldi mi görüşmenizde?
Hayır. Başkanlığa bakışımız partimizin siyasi anlayışı ile ilgili, sizin şahsınızla ilgili değil bu mesele, dedim. Daha fazla iş yapabilmek çabuk karar verme mekanizması için başkanlığı savunduğunu söyledi. Başkanlık sisteminde siz ve arkadaşlarınız, taraftarlarınız öyle bir sunuş yaptı ki, akılda tek adam hakimiyeti ve Türk sistemi başkanlık gibi ne olduğu belli olmayan bir sistem olarak kaldı. Sözcüleriniz bunu doğru düzgün anlatamadı. Sizin arkadaşlarınız parlamenter sistemin hazzına varmadı ki ondan şikayet ediyorlar. Siz şimdi Türkiye'de parlamenter demokratik rejimi mi yaşatıyorsunuz? Yasama da yargı da Türkiye'de icranın elinde. Bunun adı zaten parlamenter rejim değil ki. Milletvekili gelirken memur olarak geliyor, dedim.
“Başkanlık sistemi sultanlık gibi görülüyor dedim, öyle bir niyetim yok dedi”
- Cumhurbaşkanı ne dedi sözleriniz üzerine?
“Bu sistem tıkanmıştır” dedi. Başkanlık sistemini istemesinin altındaki sebebi anlattı. Başkanlıkla, daha çabuk karar verme ve daha çok iş yapma kanaatinde kendisi. Ama Türkiye’de çok insan başkanlık sistemine karşı olduğu gibi sizin getirdiğiniz başkanlık sisteminin de Türkiye'deki imajı sultanlık, tek adamlık gibi görülüyor, dedim.
- Ne dedi buna?
“Öyle algılamışlar, öyle bir niyetim yok” dedi.
- Fuat Avni sizin ikinci kez saraya çağrıldığınızı ve satılık vekilleri görüştüğünüzü iddia etti.
O fenomen kimse onun karavana atışı oldu bu. Şunu yazın lütfen. Türkiye’de hiç mi olumlu bir şey konuşmayacağız? Bakın 1989'da SHP'den Gaziantep Belediye Başkanlığı'na yeni seçilmiştim. Şehir bir kasaba, 15 günde bir su akan mahalleleri var, her yıl koleradan bin kişi ölüyor. Şehir pislik içiyor neredeyse. Sistemi yenilemek istiyorum, tasarruf tedbirlerine girdiği için ihale edemiyorum. Turgut Özal başbakandı. Ona gittim. Özal'la görüştükten sonra, basın toplantısı yaptım. Gaziantep’in yüzde 64 su kaybını ve kolerayı önleyecek tedbirler için, Sayın Özal'ın göstermiş olduğu katkıyla ihaleyi yapıyoruz. Şehrim adına kendisine çok teşekkür ederim, dedim. O zaman da “Vay sen nasıl görüşürsün Özal'la” diyenler çıktı. Dedim ki, o kanalizasyonun yapılmasına izin veriyor sen de suyun gelmesini sağla o zaman gitmeyeyim. Bunlar çok saçma itirazlar. Elbette konuşacağız.
hdp, chp, koalisyon, recep tayyip erdoğan, haber, mhp, celal doğan